13 Şubat 2009 Cuma

bir avuç nihil sayıklamanın varsayımları...

çünkü zihnim acıyor dolaştığı her bir milimetre karesinde hayatın
dünya ufak geliyor..çünkü
inandıkça ufalanıyorum..
dünya büyüyor o zaman
sevdikçe bölünüyorum...
çünkü inancım kalmadı..çünkü hiç olmadı..



hiç masal dinlemedim büyükannemden..anlatırken kulaklarımı tıkadım..hiçbirine yeterince dahil olmadım
çünkü hiçbir masalı tam olarak sığdıramadım kendime..
hiçbiri olması gerektiği kadar gerçek değildi..
çünkü doğduk..çünkü öldük..çünkü savaşlar oldu dünyada..
hala da var ve olacak...
işitmiyor kimse birbirini..çünkü sevdi insanlık sağır olmayı..iktidar var çünkü..
elimizi kolumuzu bağlıyorlar çünkü inanç ipiyle
çünkü sırtımız kambur..çünkü dayanmak istiyoruz bazen güçlüye
çünkü o kadar zavallı insan.. o kadar merhametsiz..sonu olmayan bi savaşı körüklüyor hep yöneten..sırf bu yüzden öldürüyorlar kendi cinslerini
bu yüzden yakılıyor şehirler çünkü
bu yüzden yıkılıyor düşler...
nikotin gibi zehirliyor dünya kainatı
çünkü birbirimizi anlamıyoruz...ağrı her geçtiği yola yayılıyor
çünkü tedavisi yok yalnız bırakılmışlığın
çünkü kendimizi kestik...çünkü isyan etmiyoruz yeterince...
içimizde kaybolan bişeyleri bulmanın vahim umutları su bekliyor elimizden hala
umutlar boğuluyor..
çünkü acımasızız..
çünkü hayatın bi yerlerinde bi kuş öldü...binlercesi göç etti...
çünkü hastayız..en ölümcülünden
kendimize söyleyecek yalanımız kalmadı...
çünkü suçu üstlendik
suçlu olmaya meyilliyiz...çünkü çok gürültü var aklımızda..unuttuk sessizliği..çok fazla yarım notayla yola çıkmışız
çünkü unutmayı değil..alışmayı becerdik ancak..

kıpkırmızı oldu içimin duvarları..
içimde biri vuruldu çünkü
içimin ruhunda derin yaralar var
içimde ölü çok...
birbirimizi anlamayı denemedik çünkü hiç
bu kadar kolay değil hayat çünkü bu kadar gözle görülür noktaları yok
gittik çünkü hep
gittik ve dönmedik
çünkü mesafeler vardı tek yönlü
çünkü ben başaramadım
çünkü şehirlerinden geçip geldim
kendimde taşımayı sevdiğim yükler vardı
bırakamazdım çünkü
hafiflersem acımaz hayat
çünkü intihara meyilliydi fikirlerim..çünkü kendimi astım defalarca sallandım ayaklarım yaşama değmeden boşlukta...
ben biz olmayı isteyip olmadım
ben yalnız yaratılmışım çünkü biliyoruz yalnız öleceğimi...
çünkü sevdiğim bişeye dokundukça zayıflıyorum
hastalık büyüyor çünkü
bir yerde bi başka kuş ölüyor uçmadan
çünkü kanatlarımız yok
çünkü ölüm kolay olmayacak
enkazı kaldıran kimse yok
altında yaşamayı seçtik çünkü
uzanan eller bizle çürüdü..
gerçek bu çünkü...
gerçek hiç olmayan bişey...
çünkü yağmurduk..temizlenmiştik..
siyahtık..yeşildik..çünkü kıştı heryer
çünkü soğukta kokmazdı bozulmuş duygular..
anlaşılmayı denemedik çünkü
çok savaştık çabuk yıldık
çünkü değmezdi hayatta kazanılacak hiçbi toprağa kan bırakmak...
ölüm vardı çünkü
yaşayamadığımız kadar ölebilecektik nihayet..
su olduk çünkü
akıp gidecek çok yer vardı...çünkü zihnimi acıtıyor aşırı gerçekliği yalanların
çünkü akamıyorum,çünkü yoluma çıkıyorlar
çünkü yalan vazgeçmişliğim
çünkü herkesi kandırıyorum
çünkü ne yaşamda ne ölümde yerim var
belki diyorum
noktayı koymak gerek bi yerde
çünkü imla hatalarım bitti
çünkü cümleleri kuruttu düşlerim
çünkü bulutlar yeni bi yağmura hazır
çünkü uyumalıyım...

çünkü ben..çünkü sen...çünkü biz..
çünkü su..çünkü toprak..çünkü gök..
çünkü gerçek bişeylere bulaştı sonunda elimiz
kelebekler gitti çünkü..renklerini de alıp..
çünkü bitti düşük..bitti düş
çünkü..son..
çünkü yeni bir ilk...


12 şubat 09

aşk döngüsü

sen...dediğim
yağmuru bol bir gecede sığındığım terkedilmiş bir yolüstü kahvesi...
sen...masalımsın...anlatıyorum:
geçtiğim sokaklarda,suyun rengi yoktu
rengin tanımını bilenler için...bilmeyenler de,gökkuşağını birlikte içerdi bir yudum suyla...
anlatamadığım...renksiz kalmak...susuz kalmaktı
siyah-beyaz yaşamaktı..biri daha yol aldıktan sonra...bir resim yapmak suluboyayla
ve kurusun diye yağmurun altına bırakmak...çelişkili görünse de sonrası var elbet;
sonrası yolüstü kahvesi...sonrası suyun rengi...dönüp dolaşıp,aynı duvara çivilenmek,binlerce ağaç gölgesinde beklemek dururken yağmurun hafiflemesini
o yolüstü kahvesinin kapısından girmek,oturmak bir köşeye...beklemek
çoktan renklerini yol kenarındaki oluğa bırakmış olan suluboya resmin kurumasını...
öylece beklemek...sen benim masalımsın...biliyorum
sen...dediğim,sadece tek bir 'ben'...her seferinde o yolüstü kahvesinin kapısından dönen...anlayamadığım...
kelimelerimin öylece uzanışı,sonu mutlu biten bir masala dökemediğim kelimelerim
dar bir zaman yolculuğunda harf harf yarattığım,her seferinde yeni bir 'olmayan' harfle yüzleşmeye mecbur kaldığım...
zormuş...yarım bir kalple yaşamak,diğer yarısı eklendiği yerde yaşamıyorsa eğer...
Anlamadığım...neden bütün dünyayı dolaşıp aynı sokak aralarına dönmek?
bitişlerden doğan bir başlangıç,ne derece başlangıç sayılabilir ki?eğer ki ağlamayı da bilmiyorsa...
Tanımadığım bir yarımdayım bu masala sayfa olduğumdan beri
bütünü olmayan bir yarım...böyle eksik miydi hep tam sandığım insan,yoksa ben mi çeyrek bir sevgiyi ısıttım avuçlarımda...
düşünmekden korkuyorum,korkularımı yenmekden,korkularımla birlikte eklenmekden sana...susmaktan sonsuza dek..ya da sürekli konuşmaktan...bütün çirkinliklerini güzel yapamadığım bu şehir,güzel kaldı farkedemediklerimin arkasında...
Sen benim masalımsın..bana dahil olmasan da...biliyorum...
Birşeylere can vermektir insanın kendini öldürmesi,
birşeylerin uğruna...hem de hiç bilmediğin birşeylerin...çelişkili görünse de,sonrası var elbet;sonrası...yalnızlığın...en yeşillere uzanan yol,bozkırlardan geçmez mi?
ve en yalnız olan en güçlü olandır hep...
kaçıyorsan...eksiliyorsun demektir...öğrendiğim buydu yaşadığım günlerin orta yerindeyken,yani...öğrenmek zorunda olduklarımı yazacaktı zaman bundan böyle..
kaçıyordu insanlar; yürüyordum ben...acelem vardı oysa..ve bir bildiğim;
Koşsam...kaçaradım...dumanlar çöküyordu çatılardan,bağlıyordu dizlerimi cadde aralarına...
...ki o dizler;çoktan yol almış olan son otobüse yetişebilmek için çırpınan bir telaşla koşuyordu sana...
beklemek...yorulmadan...seviyorsan bir çiçeği..seviyorsan bir resmi..seviyorsan bir rengi...bekliyorsun ölene dek...
Hele de sevdiğin bir insansa...ölüyorsun,beklemeye bile fırsatın olmadan...
Anladığım en doğru yalan suyun renginden geçiyor...
Sevgi! insanın insana ettiği en yalan yemin...
en tutulmayan söz...ve hep arayıp hiç bulamadığım...
yine de yağmur yağdıkça körelmiyor insan...derme çatma da olsa, bir yolüstü kahvesinin varlığını bilmek,elinin kalem tutması...fırçada tek bir rengin kalması...bunları bilmek...seni bilmek...soluk veriyor insana dört duvar arasında...
sadece üç harf yeterdi anlatmaya,anlatmak istediklerimi,ama...anlamasını istediğim...anlamazdı...ellerimden kayıp,yanlışlıkla kağıda dökülürse o kelime,yağmur dinerdi,resim kaybederdi birbirine karışmış renklerini...yıkılırdı yolüstü kahvesi..
masal biterdi...zaman da geri dönmezdi en kötüsü...
ama anlatmak cesarettir...suya rengini,
gündüze geceyi,
kadına erkeği,
nefrete sevgiyi,
anlatmak...kendime seni...
sen benim masalımsın...
cesaretimsin...
biliyorum..
...aşk!



29 ekim

çizgi

Adını koyamadığım bişeyleri anlatır bana ellerin...
ellerindeki derin çizgiler;
...kendinde farkedemediğin bir varoluşun
en çıkmaz sokak aralarında,dizüstü çöküp,sonu gelmez bir bitişin başucunda nöbet tutmak...

herkes gülleri severken,papatyalara ağlamak niye?



31 ağustos'01

gözyaşı

Güne ağlıyorum...bir de geceye...
Alışamadım;
güneşin her yirmidört saati yeni baştan silmesine,
denizlerin her mevsim uçsuz bucaksız yalnızlığına,
ve ayın binlerce yıldız arasında
yapayalnız bir ömüre biçilmiş olmasına...
sessiz...avuçlarımı ıslatmadan,ağlıyorum...


5 temmuz'01

bir erkeğe 13 sözdökümü

-I-
saçların varuzun...düz..ince telli...simsiyah...ince parmaklarım bile çocuksuluğunu yitiriyor
saçlarının arasından kalbine gidebileceken kestirme yolu ararken...
-II-
uzun sürmedi anlamam...anlamaya başladığımda yelkovan yarı yoldaydı
yorulmuştu çoktan beyazlamıştı saçları eğer olsaydı...farkedememişti bile akrebe yalnızca 2 dakika geç kaldığını..
ona bir an değip geçmek için ardında katettiği onca zamandan yolu
nasıl geri getirecek ?
en kötüsü,hep tek yöne gitmeye mahkum etmiş zembereği onu..
-III-
duvarındaki ayna !
sana mesafesiz olmaya çalıştığım anların başlangıcında çıplaklığımı perdelediğin sırtını
ilk gördüğüm yer...
-IV-
yatağın
düşağrısı gibi...
içine senle girdiğimde,
yorganı boyumdan büyük bir yalnızlığın üzerine çektiğim,
altında,daha büyük bir yalnızlığın üzerime uzanıp,içime girmesine izin verdiğim...
-V-
aramızda hep boş bir oda var
ses geçirmez duvarları...aşk geçirmez...
-VI-
bir kağıt gemi bile
ancak altıncı sözdökümünde su almaya başlıyor kıvrımlarından
ve birdahaki sözdökümünde belki hatırlamıyor olacak günışığını...
okunamıyor olacak üzerindeki silik gazete yazıları...
-VII-
yaramaz sokak çocuklarının puslu gece karanlığında
kimse görmez diye taşlayıp kırdığı,sokak lambalarının altında bıraktım sana en içimden bir parçamı...
bir kayboluşu sığdıramadığım içimde her gün yeni bir kayboluş kırılıyor...
kendimi tek parça bulmayı hayal ettiğim her istasyonda
bulamadığım sadece kendi kırıklarım...
aşk en içimdeyse,aradığım ne?
-VIII-
tutma kıyısından köşesinden ellerimi..
ellerin derme çatma kurulmuş sobada,soğuk kış günü yanan kömür ateşi..
-IX-
başka bir kadın farketti mi hiç, bilmiyorum
avuçlarındaki ince çizgileri,saçlarının arasında siyahı gölgeleyen
birkaç beyaz saç telini,
gözlerinin, daha önce hiç tanımadığım
o değişik kahve rengini,sesindeki en silik diyezleri..
başardı mı bilmem sen uyurken,kirpiklerini izlemeyi...
-X-
bana her dokunuşun, sereserpe yerleştirirken seni içimdeki aşka biraz daha,
hayatındaki sıradanlığımı vurgulardı sanki parmak uçların dolaşırken vücudumun kuytularında...
-XI-
ne zaman elime alsamo 3. telini asla akord edemediğim gitarını,
aklıma gelirdi aşkının bana karşı eksik olan bir yanı...
-XII-
senleyken çok şey beklemedim zamandan
ki zaman görecelidir
her yalnızlığımdan önce,içi boş bir kum saati kurardım
gidişine çalan...
-XIII-
cesaretsizsin işte!yüreğin titriyor daha içerilerime dokunamayacak kadar...
I'den XIII'e...söz dökümü biter,
aşk bitmez yine de...

12-13 tem'03

kişisel

uğruna tek satır şiir yazılmamış insanlardan değilim...
bilmiyorum noktalama işaretleri olmadan yaşamak nedir?
öyle ki,ben hep;
çirkin insanları,
ikinci el kitaplardaki karalanmış yırtık sayfaları,
güneşsiz bulutlu havaları,
yaralanmış dizleri,
sonunda uykuya daldığım filmleri,
kirli sokak kedilerini,
tek kişilik yataklarda sevişmeyi,
ucuza satılan çiçekleri,
manzarasız dar ara sokaklardaki,soğuk,sobalı evleri..sevdim hep..
ki aksini herkes severdi...


18 tem'03

kızılsiyah

rengarenk ölümler diriliyor içimde kızılsiyah...
yüzünün yansımasını yüzümde unutup gidiyor gün
dönüp köşeyi kayboluyor ara sokaklarımdan...
belki bu yüzden rota hep,yanlış sabahlara döndürüyor gecemi
ve her durgun havada
durgun sularında boğuluyorum okyanusumun
ve her nedense en derinlerde bile karaya oturuyor aşk...

hiç yılının,yağmurlu bir hiç baharında başlıyor doğumum
yürüyebildiğim bütün sokaklarında yürüyorum,bütün kazalarına;[yani...her seferinde kaza süsü vermeyi ihmal etmediğim bilinçli intiharlarına] kurban gidiyorum yaşamımın...
bütün depremlerinde yıkıp kendimi,yeni bir şehir inşa ediyorum
yıkıntıların altında kalan; kimbilir kaçıncı el eşyalardan...

ben bir bütünüm,yarım olan dün...
her adımım,biraz daha tamamlıyor kendimden dokuyup kendimi...
hiç yılının hiç baharında başlıyor doğumum...
ölümümü,imla hatalarıma sinmiş, küçük harfle başlayan bir satır başında bekletiyorum...


27 aralık 06

liman

Dört köşeli bir çerçevenin içinde,
sınırları çizilmemiş bir resimde;
çapa olduğun,kürek olduğun,yosun koktuğun vakit;
balık olduğun,sonsuz maviliklere uzandığın halde,
gitmeyip de kaldığın vakit;benimle...
mavi bir boyanın,birkaç fırça darbesiyle,denizi kağıda aktarmasından daha zor değil
benim bu limana dahil olmam...


24 ekim'01

mülkiyetsiz düş

kendimi ağlatabilirim istediğimde
bu o kadar kolay ki
hiçbirine dokunmayın yeterki
ördüğüm yalnızlık duvarlarımın...

penceremden bakıyorum kime..nereye?
gördüğüm hiçliğim...
kimlik'siz'liğim...
ışığım sönsün
karanlığım yansın
ben buyum
mülkiyetsiz düş...


16 agsts 08

savaş

İçimde,
tarih kitaplarına hiç geçmeyecek bir savaş...
ben bir göçebeyim...
su yüzüne yansımayı bilen her ne varsa,içinden geçip gittiğim...
en içimde bir iç savaş;
susturucusu olmayan çığlıkları,annesiz yalnızlıkları,sararmış filizleri,cesur korkularıyla...
ben bir göçebeyim
savaşından göç etmeyen...


14.09.05

sonsöz

ilk sabahı günün,konuşkan sessizliğim terketti dilimi
perdesini yaza örttüğüm gecenin camlarını buzlu kışa açtım önce...
içeride,bin yıldan kalma sabırsız bir yalnızlığın siyah soğuğu..
"biz"i ben kılmakla başladı herşey
tüm mahkum kelimelerim göç mevsimini uykuda kaçırmış göçebe kuş sürüsü telaşıyla uçup gitti kışımdan..
unutulan, yasadışı kanatsız birkaç düşüncem kaldı yalnızca zihnimdeya söylenip anlaşılamamış ya da hiç yer etmemiş zihinlerde...
kızarmış gözlerin kıyılarında tuzlu okyanuslarla,kurak bir sonsuzlukta ölür gibi uyanmalar başladı önce..kitapların sayfa altlarında okunması unutulan dipnot gibi uzağında kaldım önce hayatın...ya da en fazla hep yorgun gözlerin takılıp geçtiği yazılması-okunması işkence bir sonsözdü yaşamım...ve hep nedense kıyısından döndümuzun vadeli çarelerin..dört mavi duvar arasında kaldı şehirlerim,kirpiklerim ayrılmaya korkan iki sevgili oldu her uykunun bitişinde gözlerimde..
bizi sen kılmakla başladı herşey
ödünç alınmış birkaç 24 saatidüşten yere düşürmekle...
önce cümlelerim gitti, yarım kalmışlığımdan
hiç tamamlanamayacak olduğumdan...ay ve güneş gitti sonra,
kalmadı içimde aydınlanacak gökyüzü
ardından bulutlar...bulamadı bende yağmurunu bırakacak bir yeryüzü...umut gitti ardından utanıp umutsuzluğumdan,aşk kendine bir yer bulamayışından...kendini içimdeki yalnızlığa yakıştıramadığından...
yadırganmadı yalnızlığım
ayıplanmadı...
oysa kötü olan ne varsa yakıştırılmazdı bana
ayıplanırdım...ne tedirgin oldu ardımda bıraktıklarımne de keskin bir acı gibi tedavisi olmayan iz bıraktım geçtiklerimde...kankaybıydı her yeni gün,içimde bir iç kanamaya dönüşen zaman terketti beni önce yaralarımdan,sargılarımdan bir yol açıp kendine..
insanlar gitti sonra bir bir..insanlar bitti...genç,yaşlı,kadın,erkek
koca bir şehir gitti üzerimden köprüleriyle..gürültüsüyle...tarihiyle..
en kalabalık şehrimdin 'sen'...
öyle bir yalnızlıktı ki
yağmur yağsa üzerine kurak kalırdı yine..ya da atsam ardından itip denize,boğulmazdı
çünkü yalnızlık yüzyıllardır doldurulamamış içi boş bir acıydı...
umudu kesilmiş umutlarımı dikip hayata,geri dönerim diye ekmek kırıntıları serptiğim yollarımdan
bir kuş sürüsünün geçmesiyle başladı herşey..böyle başladı ıssız içimdeki yeni hayat
yeni doğum...yeni ölüm...bu hayatta öğrendim
insandan katil,acıdan ölü olmayacağını
kederi öldürmenin cinayet sayılmayacağını...aşkla acıdan düşman,aşkla yalnızlıktan dost olmayacağını...
öğrendim,gözlerimin içindeki bakışın
yıllarca işlenmiş hayalkırıklığından acıdan ve biraz da aşkın sanatından yaratıldığını...
nehirleri denizlere
denizleri okyanuslara karışan bir kıyı kentinde yaşamak istedim
bana,kıyı kenti olmak düştü..
burada öğrendim
herkes ve herşey kendi içinde yalnızdı
nehirlerin denizlere,denizlerin okyanuslara karışmadığını...
sesi kısılmış gürültülerime kulağını tıkayıp
üzerimden aceleyle geçen kendi hayatımın kör bakışlarını,sağır duyuşlarını burada öğrendim..aşkın kaza süsü verilmiş bir intihardan öteye geçemediğini...giden ayın,güneşin ve bulutların geri dönmeyeceğini..ölenin yerine yeniden doğmayı,
ayıplanmamayı..
sonsöz olmayı..


20.eylül.05

su

yaşam bulgularımı suya çevirdim
akıp gittiler belki de
su gibi duru
su gibi nehrin döküldüğü yere...
kendimden birkaç kelime
birkaç da hece geçirdim akarken suyumdan
birkaç cümle dökülsün diye denize...
ve tüm bulgularımın bulunduğu yerde,
yağmuru ağladım
suyu aktım
cümlemi dağıttım
günü yürüdüm
denize döküldüm...
su gibi...


13 may. 08

suluboya

suluboya olabilmem için yardımın gerekiyor...
fırça darbelerin..
özün ve
özsuyun..
resime dönüşebilmesi için renksizliğimin
ben olman gerekiyor
ve yarım anlamlarımı bütünlediğin
bu yükün resmedilmişliğini
bir fırça darbesiyle silebilmen yeri geldiğinde...

22 haziran'07

şehir

Şimdi ben;

Yalnızca gitmek zorunda kalanların keşfettiği,
Ve bütün yollarını bana çıkaran,
Henüz haritası çizilmemiş bir şehirde,
Yeniden tanımayı öğreniyorum seni...

14 Mayıs'01

farkedersem.....

güne geceye karışsın kelimeler
elime ayaklarıma dolaşsın düğümlenip...
çözülmesin ki hiç görmeyeyim hiçbirşeyi...
görüp de güçlenmesin duyarsızlığım
taş olmasın içim olduğundan çok...derine saplanmasın kalıntı bulguları varlığımın
giden gidiyor
zaman gibi...
durdurur muyum saatleri hiç dursa bile
becerebilir mi bunu toprak ya da su...

öyle içten bağırıyorum ki yüzyıllardır
kimse duymuyor...niye..

hayatta olduğumu farketmekten korkarak yaşıyorum
korkularımı kaybetmekten korkarak biraz da...

acı; içimin en serin suyu
suladım kendimi dört mevsim...

15 ağustos'08

yelkensiz

Neden bu kadar küçülüyorum bazen bilmiyorum...
yoksa çok büyüttüğüm
ve aslında gerçekteçok küçük olmasından korktuğum
bi dünya mı var yaşadığım içinde...
başımı kaldırıp bakıyorum
yağmur var, su var, düş var oysa bende hep
ama kelebek kanatlarının değmesi yetmiyor içime..küçülüyorum bazen
küçülmek istediğimden...
üstünü kapatıp seve seve görmezden gelebileceğimiz onca bitmiş artığımız varken geride
apaçık görmek istiyorum
resimlerim var binlerce çünkü
şiirler var sayfalarımda
tutmaya bile ihtiyaç duymamışken hiçbir trabzanı
ya da boş koltuklarında uyuklamak varken otobüslerin
hep ayakta ve cam kenarında izlemişsem akan yaşamı
hiç bir detayını kaçırmak istemeyişimden bu aslında sana ait diye adlandırdıklarımı...
susmayı da istiyorum bazen
fazla anlatıyı kaldırmıyor çünkü düşünceler
tozlanır diye çoğu zaman
konuşmamı yarıda kesiyorum
yoksa bilmediğimden değil cümlenin sonuna ya nokta,ya üç nokta gelir hep...
ben sustukça içim yaşıyor ve uyanıyor daha çok...
seslerimi hiç gürültüye dönüştürmeden dinliyorum
bana benim söyleyeceğim söylemekten çekinmediğim
duyulanın ötesinde bir sessizlikle anlatıyorlar herşeyi
bir bana...

içimde yaşanıp bitmiş
ama evini terketmeyen acılarım olsun istemiyorum

gittiğim yolları bilerek resmetmedim hiç
hatırlanacak şeyleri zaten kırıp dökmüştüm susarken
neden bu kadar küçük kalıyorum
ellerim, yüzüm, seslerim, izlerim...bilmiyorum
küçülüyorum bazen, belki yenilmek istemediğimden..
defalarca hayal ettiğim okyanusu
dört duvar bir odanın içine doldurabilmek için
ya da yüzdürebilmek için yelkensizliğimi...
zor da olsa ben "bir" benim
bu paylaşılmazlığın içinde
yeterince küçük olabilirsem
alıp kendimi
okyanusumun ötesine gidebilirim...


2 Şubat'08

zaman

içimin tüm kapılarını açmışım sana
işte sırf bu yüzdenşimdi duvara çakılı bir zaman gibiyim
bir ileri bin geri...

koşuyorum bilindik bilinmedik
tüm yollarında sokaklarında
bilmiyorum ki sokakların bitecek mi
yoksa bu kimsizliğin sonsuzluğu mu içine düşüp çıkamadığım...
kumu olmayan boş kum saatlerini kuruyorum
bir de kurduğum düş var
zamandan ayrı..andan ayrı...
ben elimdekileri çoktan bıraktım yere
düştü kırılmadı hiçbiri...
kaçmayı istiyorsun bu şiirden
yer almamayı hiçbir satırında...

almadın da...

ben benim için yordum yalnızca birkaç cümleyi
kendime kurdum boş dolu bütün kum saatlerini...
15 nisan 08

yüklem

kelimeler oynamak içindir,ve bazen...sadece bir yüklem hatası kalır ellerinde...
sözlerin uçsuz bucaksızken,
gözlerimin içini okuyan gözlerinin,
ilk önce yarı hatalı yükleminden geçer yolu düpedüz...

poyraz

Ben bir masalım,
Yüreğim ceplerimde...
Yazıldığım bütün sayfalar,
karalanıyor bir çay bahçesinde...
Gölgeli bir sabahı ezberime geçerken,
unutulduğumu unutuyorum,
Sustuğum her anlamı,
Sessizlikte kırıyorum...
Bir ufukta döküyorum kendimi,
Ve bin deniz başlıyor...
Uyuyorsun sen erken geceyi,
Bilmiyorsun;
Kaç ufuk bizi birleştiriyor...
Poyrazıma direniyor kirpiklerin,
Geç kalmış bir sabahı uyanıyorsun...


3 Haziran-18 Temmuz'01

2 Şubat 2009 Pazartesi

boşluk


tren hızla giderken bi şehirden diğerine
uzaklarda görünen ağaçlar gibiyim..
uzağım işte herşeye...

çok yakın olduğum için bunca zamandır bu kadar acıtıyor
keşke uzak bırakılsaydım eskiden olduğum gibi..
kesiklerim kesik olarak kalsaydı daha da büyümek yerine...
bu kadar içine çekmeseydi beni güvendiğim ve biyerlerden çok tanıdık bildik gelmeseydi bi insan...
kendimi sevmek istiyorum
kendimle konuşmak kendimle yaşayıp gitmek öyle...
ağaç olmak tren camından göründüğü gibi..
uzağında kalmak herşeyin
verdiğim güzelliklerin bi başkasında solmaması için
kendi ellerimde büyütüp yeşertmek yaşama dair her bulguyu..
ama hep doğru bildiklerimin ters yönüne çekiyor kalan insani yönü içimin..
her güvendiğimde, her inandığımda
her içinden biraz daha geçmişliğimde hayatın
kendimi boşluğa çeken sebeplerine takılıp düşüyorum düşsel basamaklarımın

dokunmayın artık boşluğuma
dokunacağınız bi "ben" kalmadı...

2 şubat 09

gereklilik...

gitmek gerek başını alıp...geldiğin yere değil ama..hep gitmek bulunduğundan hep başka yönlere..
kaçmak da değil ama çok da bağlanmamak kimseye..hiçbi insana ve hiçbir nesneye...
elini eteğini çekmeden hiçbişeyden, herşeyden kopmuş gibi gitmek...
tutunmak gerek bişeylere evet ama asla kendinden başkasına değil
konuşabilirsin insanlarla..yürüyebilirsin yan yana
karşılıklı çay içebilirsin hatta...gülebilirsin de..
ama paylaşmak tehlikelidir mesela...paylaşmak bir yarını vermektir çünkü bi başkasına
sahiplenmek...fazla güvenmek..fazla anlamak bazen..fazla anlaşıldığını hissetmek...ona hediye etmektir kolunu bacağını kendinden keser gibi...
gitmek gerek bazen bildiğin bulduğun en uzağa...telefonunda hiçbi numara kayıtlı olmadan...
yakın görmemek gerek hiçkimseyi
hatta annene babana bile üveylik hissiyle sarılmak...
sevgiline sevsen de"seni seviyorum" dememek gerek örneğin
sevmemeyi öğrenmek yeri geldiğinde hatta..
asla bi hayvan beslememek gerek mesela
bi odaya bağlanmamak...bi ev satın almamak...çok sevmemek herşeyden önce
çok sevilmeyeceğini bilerek yaşamak...
buna kırılmamayı da öğrenmek..

bunlar gerek...yaşamak için havadan sudan önce...
inançsızlık gerek biraz da
inanırsan inançların hep boşa çıkar çünkü..
güvenin güvensizliğe,sevgin sevgisizliğe, saygın saygısızlığa
bağlılığın vurdumduymazlığa sebep olur...
uyurken bile çok sıkı sarılmamak gerek yastığına yorganına...
tek kişilik yataklarda uyumak gerek..yanında ya pencere olmalı ya duvar mesela...
sahiplenmemek gerek soluduğun havayı bile...
gitmek gerek bazen gitmek istediğin seçimin olmasa da gitmen gereken yere..

2 şubat'09

1 Şubat 2009 Pazar

kendin...ötesi...

çok yaşamıyorum bugünlerde
çok derin nefesler almıyorum..ihtiyacım olmadığı için..ufakları yetiyor..
gidiyorum biraz uzağa kendimden
bazen yakınlaşıyorum camın kenarına
öylesine izlemek yetiyor insanları
yürüyorlar..koşuyorlar..biryerden biryerlere yetişiyorlar hep
anlayamıyorum artık..yabancı geliyorlar...gülümsüyorum..
kim için ne için diye sorgulamıyorum..sorgular hep daha yalnız birakmaya yarıyor kalıntıları.
boşluğuna bakıyorum gökyüzünün..
bulutları içine hapsetmiş, yalnızlığı kırmış olduğunu varsayıyorum
bişeylerin hayatta yalnız olmamayı becerebildiğini bilmek ve kendime kanıtlamak istermişçesine içime sığdırmaya çalışıyorum
her ne varsa eksikliğinden kurtulamadığım, bir o kadar tamamlanmış yalanlar uyduruyorum
tamamlanmış masallar..sonu çok bilindik..çok basit gibi görünen..bi çok kişinin düşüncesine değip geçmişsonu yaşanmış binlerce defa...

bilirim imkansızlığın insana doğurttuğu imkanların doğum sancısını
ve her seferinde eline doğan bir öncekinden daha bir ölü olmaya hevesli umudu
kapılar aralıktır hep..birileri gelir birileri gider..ne elindedir ardına kadar açmak ki hiç açılmayan kapılar ışık sızdırır hayatına hep..
ne de mümkündür kapayıp sıkı sıkı
üzerine bulabildiğin tüm düşüncelerinden örülü ağırlığı bastırmak...

seninle tüm yarım yüzlerini tamamladığım
ama gücümü bunu göstermeye nedendir bilinmez yetiremediğim bu hayatın bi yerlerinde sana kendimi yitirttim...
seni kendimden yitirmeyi beceremediğim noktadan yükseliyorum şimdi

hep konuşuyorum kendimle..kimseyle konuşamadığım kadar
diyorum ki kendinden öteye geçmeyeceksin kendinden bir adım bile öteye !
çünkü kendinden ötesinde hep yalnızlık var
uykusuzluk..ruh yoksulluğu...bi vazgeçilmişlik var
kendinden ötesinde senin kurduğun ve hep birilerinin dağıtmaya hevesli olacağı bi düzen-sizlik var
hep düştüğünde görünmeyecek kadar dibe batacağın bi karanlığı var ötesinin
ve ötesinde tek bir el yok karanlığa kendini yakıştırabilen. ki aydınlığında hep görürsün bu elleri...
bişeylerin olursuzluğu var herşeyden önce
ne kadar uğraşırsan uğraş olmazlıkların önüne dizilen sokakların hepsinde bi çıkmaz olduğunu görmek, bilmek, ve hepsinden bir bir geri dönmek var
sonra sevgiyi yitirmişler var yaşamın biyerlerinde bıkmadan karşına çıkmakta olan,sevgiyle yetinmezler..sevgiyi hiç bilmeyenler...bilmemelerine rağmen el uzatanlar...
çok fazla aldırmayacaksın renkli gördüklerine bulunduğun dünyada, çok fazla sevindirmeyecek seni göz alıcılığı ki siyahları şaşırtmasın, kirletmesin özdeğerlerini...
diyorum ki her fırsatta kendime, kendinden öteye geçmeyeceksin
kendinin ötesinde; kendinden birbaşkasının kaldıramayacağı kadar büyük bir gerçek ve bu gerçeğin yalana dönüşmüşlüğü var içinde: aşk...

1 şubat 2009 'a...