28 Nisan 2018 Cumartesi

Kuzeybatı'dan Güneydoğu'ya...

Yolda olma hali,  aslında hiçbir yerde olmama hali.
dünyanın en güzel hali...
🛣️



Sınırda gezinirken ve zırt pırt gbt aramasına maruz kalmakta iken, vaktimi değerlendirmek amacıyla şöyle bir gözlem bildirimi de paylaşayım dedim. Sadece merak edenler okusun...


1 haftadır yollardayım...
Güneydoğu Anadolu'da şu ana kadar ne gördüm? Bolca çöp ve et-organ içerikli yemek türleri gördüm. Ülke güzelmiş neye yarar?  Turistik yerlerde bile her yer içi sidik dolu pet şişe, poşet ve doğanın yüzyıllarca yok edemeyeceği çeşitli atıklarla dolu.

Mesela Hasankeyf... Tamamı sular altında kalmadan önce son ziyaretçileri arasında olduğum, Dicle nehrine karşı bi kahve içmeyi istediğim, yüksek beklentili yerlerim arasındaydı. Manzara ki ne manzara,  pet şişe dolu nehir kenarına karşı kahve içme isteğinizi sonlandırıp "haydi yola devam" dedirten bir manzara.



Çok övülen Urfa çarşısı; son yıllarda içinden geçmeyi istemediğim Arap istilası altındaki Eminönü ve Tahtakale'yi aratacak cinsten.  Ha bilmem kaç bin km yolu pulbiber almak için gelirim derseniz buyrun gelin.

Harran'da hala her şey,  Bulutsuzluk Özlem'nin "Harran Ovası"  parçasında anlattığı gibi...



Bir diğer hayal kırıklığım Mardin oldu. Gerçi diğer illere göre sınırları içerisinde daha keyifle vakit geçirmiş olsam da,  yeni yapılan yüksek binalar,  aralara inşa edilmiş sevimsiz apartmanlar, Mardin'in tüm mistik atmosferini bozmuş. Her yer uydu anteni. Taş sokaklar arasında gezinirken karşınıza pat diye A101 ya da biçimsiz bir bina çıkınca uykudan aniden uyandırılmış gibi oluyorsunuz. En azından tarihi kısmını rahat bıraksalarmış keşke...


Arkanızı Mardin'e verip yüzünüzü ovaya döndüğünüzde gördüğünüz manzara büyüleyici.  İşte o görüntü herşeye değer; Mezopotamya Ovası... Sonsuzluğu izliyorsunuz.


Şahmeran figürünün hayranı olduğum için Mardin'de bolca Şahmeran görmek de bünyeme iyi geldi. Bir magnetin 20 tl.ye satıldığını ise Göbeklitepe'de gördüm. 

Halfeti'ye gelince... Halfeti fotoğraflarda gördüğünüzden çok daha hüzünlü..fazla yalnız. İnsanın içine garip bir burukluk ve hüzün çöküyor oraya gidince. Bir çok hayat suyun altında kalmış da kurtaramamışsınız hissi veriyor size. Çok çok güzel, görülmesi gereken büyülü bir yer ama burayı ticaret kapısı haline getirmiş esnaf kıyıya zevksiz ve biçimsiz restoranları konduruvermişler. Tavırları da çirkin, "tekneyi beklerken yemek yemeyeceğiz çay veya kahve içmek istiyoruz" dedik, adamdan saymadılar. Yine çok güzel bir mekanı insanoğlu nasıl rezil edip atar örneğini burada da tecrübe etmiş olduk kısacası.



Gaziantep çarşısı diğer şehirlerin çarşılarına oranla biraz daha düzenli, biraz daha göz yormayan cinsten. Güzel hanlar ve cafeler var. Şehir merkezinde fazla çöp görmedim ve oldukça şaşırdım. Çarşı boyunca yürürken solumdan tramvay geçecek hissine kapıldım. Laleli'den Gülhane'ye doğru yürüyüş yapıyormuşum gibi geldi.

Ve en güzel kısmı sona sakladım;
Nemrut Dağı...
Bu konuda anlatacak bişeyim yok. Görmeniz lazım. Yüksekleri sevdiğim için benim adıma zaten çoktan görmüş olmam gereken bir yerdi...



Kısacası genel olarak beklentim çok daha yüksekti. Hiçbir değeri korumayı bilmeyen ülkede beklentiyi yüksek tutmuş olmak da benim hayal dünyamın genişliğinden kaynaklı bir hata tabi.  İstanbul'a dönünce asla et görmek istemeyeceğim kesin. Otel'de ciğer kokusu ile uyanmak, kaburga kokusu ile uyumak nedir öğrendim.  Bir de farkettim ki İstanbul baya yeşilmiş. Günlerdir ağaç görmedim.  Ağaçları çok özledim. Arada Ege'yi hayal ediyorum:)) Yine de yolda olmak güzel. İstikamet Kahramanmaraş... 🛣️



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.