16 Haziran 2016 Perşembe

bu köy benim babam oldu...




Bazı şeyler unutulup gitmesin diye yazmak ve paylaşmak istiyor insan.
İşte en zoru da o an yazacak anlatacak ve unutulsun istemediğin onca şey varken hiçbişey yazamamak.
Hissettiklerimi anlatacak tek kelime yazamıyorken oysa,
o boşluk duygusunu sayfalarca tarif edebilirim.





Şu an bunları sana, mutfaktaki yemek masana oturmuş yazıyorum.
-masamıza- demeliyim çünkü böylesini daha çok severdin sen. Etrafımda, pişirip yarım bırakıp gittiğin yemekler var. Komposto yapmışsın. İlk kez yaprak sarmışsın. Yeni aldığın çay fincanların, cuma pazarından aldığın sivri biberler var tezgahta...bir de kirli bulaşıkların. En net gördüğüm şeyler bunlar şu an. Gerisi oldukça bulanık... Gerisi kalabalık.insanlar.başsağlığı dileyenler.ağlayanlar... Ama onlar ilk saydığım şeyler kadar net değil. Çünkü sen biberleri hatırlamamı isterdin.
sivri biberleri ne kadar sevdiğini...

Şu an bunları sana, her sabah kahvaltı yapıp ıhlamur ağacını izlediğin terasta yazıyorum. Karşımda yeni ektiğin çiçekler var. Toprağı henüz ıslak olanlar var, yeni su vermişsin. Sağda kapının yanında ayakkabıların duruyor. İpte kuruması için astığın bezler. Rüzgar çanı...Bahçeye bıraktığın motorun da ön lastiğini seçebiliyorum ancak ağaçların arasından... En net görebildiğim bunlar. Gerisi bulanık ve kalabalık. Eve girip çıkan insanlar. Bir de polislerin bağladığı kaza yeri bandı. Ama hiçbiri ilk saydıklarım kadar net değil. Hiçbiri bana her gün ne kadar büyüdüğünü anlattığın, filizlenince sevinip fotoğraflarını yolladığın gece sefaları kadar net değil...onları bu sabah ben suladım.


 
 


Kızmalı mıyım sana? Daha yaşanacak çok yıllarımız olabilecekken erkenden gittiğin için. Kalmak adına hiçbişey yapmadığın için. Oysa hep alıştırmıştın. Her gemiyle sefere gidişinde ağlar üzülürdüm. Benim kaç kez babam öldü saymadım.
Sonra da sevinirdim çocuk kafasıyla. Gelirken bana hangi ülkeden ne getirecek diye... Şimdi hangi ülkeden ne getireceksin. Yine sevineyim mi? Her seferinde döndün bunda da dönersin diye umuyorum. Eli boş gel hiç sorun değil.


 


İnsan 5 yaşının altında kalan hayatından pek bişey hatırlamıyor.
Ben Hint okyanusunu hatırlıyorum. Atlas okyanusunu da biraz. Geminin en önüne, paslı demirlere tırmanıp etrafa baktığımda okyanusla gökyüzünün birleşen sonsuzluğunu hatırlıyorum. Şu an senin yanımda olmayışının boşluğunu böyle tarif edebilirim.

çok sevdiğin bu köyün çarşı meydanından yazıyorum bunları sana. Sela okunuyor camiden. Adını söylüyorlar. "Emekli öğretmen Fazıla ve Mehmet Tuncer'in oğlu Necdet Tuncer vefat etmiştir" diyor ses...Ne dediğini biliyor mu bu adam? Vefat etmeyi ne sanıyorsunuz siz diye bağırmak istiyorum. Yaşamayı ya da ölmeyi nasıl öğrettiler size! Neden avaz avaz ölümü haykırıyorsun be adam ? !
"Babam ölmüş !" diye yankılanıyor içimde ses. "Necdet Tuncer ölmüş !" Adını hiç böyle duymamıştım. Bu yabancı sesten nefret ediyorum, koşuyorum olduğum yerde. İnsan durduğu yerde bu kadar hızlı koşabilir mi. Koşuyor işte. Kendinden ve herşeyden kaçabilmek için. Ne kadar uzağa gitsem de duyuyorum sesi. Sağır olmayı ister mi insan. isteyebiliyor.

Eğer vaktinde gelebilmiş olsaydım yanına, beni motorla götürüp, fotoğraf çekmem için gezdirmeyi planladığın yerleri komşu bir teyzeden öğrendim az önce...
Hep gelmemi istediğin evdeyim şimdi. Sen varken burada olamadığım için zamanı suçluyorum. Hayatı suçluyorum. Beş para etmez bi maaş için çalışmak zorunda oluşumu suçluyorum. Özgürlüğüme bu kadar düşkün oluşumu suçluyorum. Önceliklerimizi suçluyorum. Suçlayacak yer arıyorum. Taşı toprağı, otu böceği bile suçlayacağım neredeyse. Nedense sadece kendimi suçlamıyorum. Sen erkenden gittiğin için ne kadar suçluysan ben de sana şu sigarayı bıraktıramadığım için o kadar suçluyum. suçlarımız birleşince birlikte yaşanacak yıllarımızdan olduk bak. Ne kadar zavallıyız biz insanlar...

Senle ilgili anlatacak ne çok şey varmış meğer. Hiç büyümeyen 62 yaşındaki çocukluğundan söz etsem sayfalar dolar. Uzun beyaz saçlarından, saat ve kalem koleksiyonundan, korsanları gemiden nasıl da cesurca uzaklaştırdığından, hukuk fakültesine girmeye hazırlandığından...
"Bekle bak sınavı kazanıp bir mezun olayım, seni iş hayatında haksızlığa uğratan herkesin hesabını sorucam ben adaletten" demiştin.
Bir babanın varlığı en büyük adaletti belki de...

Büyüdüğümüz ölenlerimizden belli şimdi.
eski bir fotoğrafa baktığında, ne kadar çok kişi artık burada yoksa o kadar büyümüşsündür işte. ben şimdi dünyanın en büyük insanıyım.


Bunları sana ilk kez beraber çıktığımız Asar dağının tepesindeki kale duvarının kenarına oturmuş yazıyorum. Sen burada hala 35 yaşlarındasın. Bu yükseklikten bakıldığında herşey masal gibi görünüyor. Hayatını kaybettiğin hastane, evimiz, şu an uyuduğun yer. Hepsi oyuncak bir maket gibi. Parmağımla ölçüyorum aralarındaki mesafeyi. Bu kadar yüksekte tanrı gibiyim işte. Seslensem kalkıp evine dönmek zorundasın. Sesleniyorum ve tanrısallaşmışlığım, uyanmayışının altında ezilip gidiyor.




Bunları sana, senin cenazendeki kalabalığın içinden yazıyorum. Ağlayan yüzlere bakıyorum. Hangisinin kalbinin ne kadar acıdığını anlamaya çalışıyorum ifadelerinden. Kendi acıma bi arkadaş, bi eş arıyorum. Arkadaşsız kalıyorum. Eşimi orada kaybediyorum annem gibi.
İçinde yattığın tabut ufacık görünüyor gözüme. Kibrit kutusuna benzetiyorum. Masallardaki devlerin tabutu gibi devasa birşey bekliyorum oysa babamı taşıması için. Yanılıyorum. ölüm tüm insanları küçültüyor.

Sen neredeyse dünyanın bütün ülkelerini, bütün güzel limanlarını gezmiş görmüş olan Necdet kaptan, en çok bu ufak 3 dağ arasında kalmış kurak köyü sevdin... Artık sonsuza dek buradasın. O kadar gelip gitmişliğim var buraya ama hiçbirinde, şu an olduğu gibi sonsuza dek burada kalmak istememiştim. Artık senin buraya tamamiyle dahil oluşundan sanırım. Çok sevdiğin bu köy benim babam mı oldu şimdi ?

11 Haziran 2016’ya…
Konya / Bozkır


...yol bazen insanları ne birleştiriyor, ne ayırıyor..
sadece bütünleştiriyor...





      

     

Ve hayatımda gördüğüm en hüzünlü kareyi fotoğrafladım ben az önce. Pencereleri kapatılmış, eşyaları toparlanmış, kapıları kilitlenmiş, senin  tek başına yaptığın ve senin artık içinde olmadığın o ev… hayatımın yarım kalan evleri...


 
 







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.